BluTV’nin Türkiye ayağında öncüsü olduğu internet televizyonu-internet dizisi akımının ilk eseri kuvvetli oyuncu kadrosu ve sağlam temellere oturan senaryosu ile Masum’du. Yerel yayın standartları dışına çıkmayı başarmış, süre olarak kısaltılmış (45-55 dakika), internetin özgürleştirici gücüyle cesur bir iş çıkmıştı ortaya. Seviye olarak ülke standartları bazında zaten tartışma götürmez galipken, tv-dizi sektörünün çok gelişmiş olduğu yurtdışı standartlarına göre bile vasat üstü denebilecek bir yapım olmuştu. Yine BluTV yapımı olan 7Yüz dizisinin görselleri dönmeye başladığı zaman Masum dizisinin başarısı sebebiyle izlemeye karar vermiştim. İlk bölüm itibariyle 7Yüz dizisi bence Masum’un çıtasını geçti. Yazının bundan sonrası bölüm hakkında bolca spoiler içerir, bölümü izlemeden öğrenecekleriniz tadınızı kaçıracaksa şu noktada yazıyı terk etmelisiniz ama izledikten sonra gelin yine.
—————————————————————————————————
Bölümün adı ‘Büyük Günahlar’ . Dizi okul bahçesi sahnesiyle açılışı yapıyor, 3 lisesi genç kızın kendi aralarındaki konuşmalardan ilerleyen bölümlerde hikâyenin geçmişini oluşturacak kısmın Balıkesir’de geçtiğini öğreniyoruz, gerçekleşmesi muhtemel lise flörtünü beklerken çıkan kavga ile kızımızın hayal kırıklığıyla hikayenin günümüz kısmına geçişini yapıyoruz. Bölüm geçmiş ve günümüzün işlendiği 2 farklı ev ortamı ekseninde ilerliyor. Her ne oluyorsa geçmiş ya da gelecekte evlerin içinde yaşıyoruz. Bu ev ortamları bizim duygumuzu kontrol ediyor gibi hissettirdi bana, yönetmen kasvet, boğulmuşluk hissini geçmişi tasvir ettiği ev ile verirken, günümüzün yaşandığı ev ortamı bize soluk aldırmak için sosyalleşilen, bol ışıklı ve gülüşlü bir ortam olarak karşımıza çıkıyor.
İlk bölüm yayınlanmadan önce dizinin Black Mirror’a benzetildiği haberleri dolaşmaya başlamıştı. Keskin ayrılıkları olmakla birlikte Black Mirror’ın çok başarılı yaptığı birkaç şeyi 7Yüz’ün özelinde de görüyoruz. Black Mirror’ın teknoloji eksenli distopik dünya tasvirlerinin yanı sıra bence en belirgin özelliklerinden biri kötünün kim olduğuna dair bölüm sonu size attığı kazıktır. Tüm bölüm bilendiğiniz, kötü olduğuna inandığınız karakterin karşıt kutbunun motivasyonunu, yaptıklarını sizden gizler. Hükmü verip, karara vardığınız noktada neye uğradığınızı anlamadan ters köşe yiyip hikayenin asıl kötüsünün kim olduğuna dair akıl tutulması yaşarsınız. 7Yüz bunu oldukça başarılı şekilde yapmış ilk bölümü itibariyle, haklılık ve haksızlığa dair tüm doneleri ve neden olunan sonuçları görmeden karar varmamanız konusunda net bir uyarı gibi adeta.
Günümüz kısmına girişimiz Nilay ve Mete karakterleri arasındaki doyurucu diyalog ile oluyor, bu konuşmanın özeti olarak yılbaşı partisinde olduğumuzu öğrenip Mete’nin flört girişiminin erkek arkadaş duvarına çarpmasıyla sohbete dair ilgisini hemen kaybedişini izliyoruz ki aslında bu kısım erkek tarafı olarak genel tavrımıza ufaktan dokunduruyor. İlerleyen sahnelerde Mete’nin alkolü bıraktığını öğreniyoruz, bir başka ayarlanmış flört girişiminde karşısındakini kendi acı dolu hikayesiyle darlayışına şahit oluyorken ortam yavaş yavaş tenhalaşıyor ve hikayenin akacağı kemik kadro kalana kadar sadeleşmeye devam ediyor. 6 kişilik grubumuz gecenin devam aktivitesi olarak arkadaş ortamlarından aşina olduğumuz oyunlar arasında ilerlemeye başlıyorlar, yine ara bir noktada Mete’nin alkolü bırakmış olduğu günleri sayan sayaçtan bahsedilirken 7Yüz gün sayısıyla diziye selam çakıyorlar. Ev sahibimiz bölümün ismi olan ‘Büyük Günahlar’ başlığını herkesin bir sırrını anlatmasını isteyerek açıyor. Konsept toplum normlarına göre uygun olmayan ama günün birinde yapmış olduğunuz şeylerin itirafı. Bu kısma kadar Mete karakterinin gece boyu vasat tavırlar sergileyen, 2 flört girişiminde de ıskalayan karakter arkaplanı önemli. Ortamın zıpçıktı karakteri Tolga’nın üzerine gitmesiyle, gece boyunca hareketleri sebebiyle silik kalmış olmanın etkisi birleşince, bölümün hikayesi olan Büyük Günahını anlatmaya başlıyor Mete.
Araya performanslarıyla arşa çıkmış ve bölümün 3 ana karakterini canlandıran Sinan Tuzcu, Cem Davran, Merve Dizdar’a gösterdikleri inanılmaz oyuncuk sebebiyle teşekkür sıkıştırmak gerekiyor. Şu cümlenin benzerini çokça duyacaksınız, ben çok tiyatro kültürü olan biri değilim ve dolayısıyla Cem Davran’ı genel olarak sulu halleriyle tv’den hatırlıyorum. Keşke bu tarz rollerde daha çok görebilsek diyorum, büyük oynamış.
Bölüme geri dönecek olursak, büyük günah anlatılmaya başladığı andan itibaren geçmiş ile günümüz arasında gidip geliyoruz. Anlatılan hikaye masumane telefon şakası olarak başlıyor. Liseli gençlerimiz Mete ve flörtü Elif rastgele numaraları tuşlayıp telefonu açan kişiler ile eğleniyorlar anlatılana göre. Bu esnada telefon şakasının mağduru olarak Aytaç karakteri karşımıza çıkıyor. O an ve sonrasında gördüğümüz kadarıyla Aytaç; evinde pijamalarıyla vakit geçiren, 50’li yaşlarında, biri kız biri erkek 2 çocuğu olan, yılgın, mutsuz ve eşiyle arası pek iyi olmayan baba/eş figürü olarak tasvir edilmiş. Elif’i 2. defa aramaya ikna eden Aytaç önce karşısındakinin yaşını 21 diye teyit ediyor daha sonrasında konuşmayı cinsel içerikli hale getirip tele-sex diyebileceğimiz şekilde sürdürüyor, sahne yetişkin erkek karakterin – çocuk/genç kız karakterin isteği dışında gerçekleşen tacizi ve kendini tatmin edişiyle son buluyor. Bu noktada Aytaç karakterinden tiksinmemiz için gereken duygu dolumunu yapmış oluyor hikaye bize.
Mete’nin anlatımıyla devam ederken, Elif’in Aytaç ile arasındaki konuşmayı kayıt altına aldığını ve bu kayıt üzerinden Aytaç’a şantaj ile bir takım çocukça cezalar vermeyi kendine hak görüp, Mete’yi ikna ettiğini öğreniyoruz. Hikayenin anlatımında bazı boşluklar var ama Mete bunları ustalıkla gizleyip, 1-2 basit ceza ile karakterimizi hayattan soğuttuktan sonra vazgeçmeye karar verdiklerini söylüyor, bu basit cezalar karakteri anırtma, arabaların lastiklerini patlamak gibi çocukça denebilecek şeyler. Aytaç’ın gerçek ismini, adresini nasıl öğrendikleri sorulduğu zaman Elif’in bunu hallettiğini söylüyor ve telefonu açan Aytaç’ın küçük kızından bu bilgileri aldığını öğreniyoruz. Sahneler arasında ortamda bulunan 6 kişiden, Nilay’ın konuya dair ilgisini belli belirsiz görüyor ama fark etmiyoruz. Anlatılan detaylar arasında gaddar olup cezaları veren ve Aytaç’ın peşini bırakmayanın Elif olduğunu vurgulanıyor ki bu durumu anlayışla karşılıyoruz, kendinden yaşça çok büyük adamın tacizine uğradığı hissiyatında olduğumuz 16 yaşında kız çocuğu, vicdanımız Elif’ten yana işliyor. Mete işin çığırından çıktığını farkına varıp kriminal bir boyuta doğru gittiği söyleyip Elif’i ikna ediyor, iki kafadar Aytaç’ın peşini bırakıyorlar ve hikaye burada son buluyor. Tam bu noktada salonda hikayeye yönelik şaşkınlık ve genel bir rahatlama var, Aytaç karakterinin cezalandırılmasından herkes memnun ama olayın daha uzamamış olmaması da herkesi tatmin ediyor. Ahlaki terazisi en kaymış gözüken Tolga karakterinin ‘evet bu hikayenin üzerine kimse çıkamaz’ demesiyle konuyu mühürlediğimizi zannederken, o ana kadar ilgisini çok fark edemediğimiz Nilay sazı eline alıyor.
Hissi olarak bu noktaya kadar Aytaç’a bilendiğimizi unutmayın, hikaye bizi onun karşısında pozisyonlanmaya, haklı kin duymamıza ve cezalandırılmasından nispeten keyif almamıza doğru yönlendirdi. Anlatıcının ne kadar doğru ne kadar yanlış aksettirdiğini görmezden gelecek, açık kapıları sorgulamayacak kadar ‘suçlu’ yaftasını vurup, cezasını çekmeye göndermeye hazırdık.
Nilay hikayenin eksik yönleriyle alakalı sorularını sıralarken herkes şaşkınlıkla olan biteni ve Mete’nin çaresiz köşeye sıkışmasını izliyor. Peş peşe sorular sonrası Nilay’ın Aytaç’ın küçük kızı olduğunu ve hikayenin aslında o kadar masum cezalar ekseninde ilerlemediğini öğreniyoruz, Aytaç’ı telefon açıkken eşiyle birlikte olmaya zorlamak kadar uç cezalara şahit oluyoruz. Ve aslında telefonu her defasında 2 kişinin aradığını, vazgeçip özür dileyenin Elif, konuyu uzatıp çığırından çıkaranınsa Mete olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Uzun süren bu psikolojik işkencenin sonunda Aytaç’ın neredeyse delirdiğini, ailesinin paramparça olduğunu ve intihar ettiğini bizzat kızının ağzından duyuyoruz, mühür bir cümle var ‘ siz o telefonu kapattıktan sonra öbür tarafta neler yaşanıyor hiç mi merak etmediniz? ‘ (Burada tekrar parantez açarak söylüyorum Merve Dizdar bölümün son 10 dakikası sazı eline alarak efsane iş çıkarıyor.)
Artık diğer taraftayız değil mi? Mutlak kötü ve cezalandırılması gereken Aytaç’ı unuttuk. Mete’nin kantarın topuzunu kaçırarak ölümüne sebep verdiği, mutsuz bir baba figürüne dönüştü. Havadan kucağına düşen bir telefonu, içinde olduğu sorunlu psikoloji ile yanlış değerlendiren, reşit olduğunu düşündüğü için karşısındaki kadın ile teşebbüs ettiği cinsel içerikli telefon konuşmanın sonunda delirip, ölmeyi hak etmemiş adam. Ahlaki ve duygusal terazimiz daha büyük bir dram gördüğü an yön değiştirdi. Bunda Mete’nin mutlak doğruyu gizlemiş olmasının etkisi ve Nilay’ın yıllar sonra bu traji komik tesadüf sonrası babasının faili ile aynı ortamda bulunmasının etkisi yüksek tabi.
Mete’nin son pişmanlık anıyla veda ediyoruz bölüme, bu kısım artık net sonuca bağlandığımız yer. Hikayenin en başında bahçede flörtüyle bulaşmak için bekleyen Elif’in, kavga çıktı demesiyle bize duyurduğu olayın kahramanının Mete olduğunu öğreniyoruz. Elif ile buluşmak için okul bahçesinde ilerleyen Mete’nin kendini itiş kakış içinde bulması ve tüm okulun önünde müdürden yediği tokatlar ile aşağılandığı sahnenin en büyük bombası okul müdürünün Aytaç olması. Dizi bize bankta yan yana oturmuş Aytaç’ın gidişini izleyen Mete ve Elif’in öfke ve intikam için sessiz sözleşmesiyle veda ederken tüm olayların çıkış motivasyonunu öğrenip bu bilgiler ışığında gerçekten kim suçlu sorusunu düşünmeye bırakıyor. Ortada net bir kötü var mı yoksa her karakter aldığı tek bir yanlış kararın esiri olarak tutulduğu haz, öfke, intikam duygularının esiri olarak kendini dönülmez akşamın ufkunda mı buluyor? Daha ergen olan bir gencin sevdiği kız ve arkadaşları önünde aşağılanmasıyla başlayan tüm bu olaylar zinciri, inandığımız doğruların anlatıcının bize verdiği gerçekler kadar olduğunu hatırlamamıza neden oluyor gibime geldi.
Haşmet Ateşer