Yazar: 20:20 Genel Kafalar

Terk-i Dünya

İnsan doğduğu andan itibaren kum saati işlemeye başlar. Şu ana kadar terk-i dünyaya göçmeyen canlıya rastlayamadık yaşadığımız âlemde. Ancak yaşantımızın büyük bir kısmında sanki hiç ölmeyecekmişiz hissi bedenimizi kaplar durur, her zaman var olacakmışız gibi yaşamaya devam ederiz.

Zira ölüm saati hiç birimizin şu an tahayyül edebileceği bir mevhum değil. Peki, son gongun çalacağı zamanı bilseydik neler değişirdi hayatımızda hiç düşündünüz mü?

Vefat tarihinizi aldınız ve kum saati çalışıyor. Ne yapardınız?

İçki koması? ölene kadar ibadet?, aile daha çok vakit geçirme?, geçmiş anıları temizleme ve arınma seansları?…

Belki hepsi, belki de hiçbirisi. Zira insan doğasının neler getireceğini kimse bilmiyor. Ama denklem çok basit, dostlar-mutlu bir hayat ve sonuç huzur.

Ölüme “mek” kala zamanı kendi vücudumda olmasa da yanımdakilerde birkaç kez gördüm. Hiç beklemediğiniz bir anda kapıdan birisinin çıkarak gelerek başka birinin son gongunu engellediğine şahit oldum.

Doksan yedi ya da doksan sekiz yılı olması gerek, gene masa kurulmuş maaile içiyoruz ama babam olduğundan daha durgun daha yavaş içkiye eşlik ediyor. Bir ara “Ben bu kadehi içmeyeyim.” dedi. Ki o zamana kadar bu sözcüğü tarih yazmamıştı. O sırada halam kapıdan içeri girdi, babamı gördükten sonra “ Atalay, iyi gözükmüyorsun hadi bir doktora gidelim dedi.” Bizimki normalde pek mülayim değildir ama “Peki” deyiverdi. O pekinin anlamını o zaman anlamamıştık, tarih yazıldıktan sonra “Çorabımı giyecek dermanım yoktu, anneniz giydirdi. “ dedikten sonra anladık. Sonra araba geldi, ben-annem-babam Eto’nun Murat 124’e bindik, Mecidiyeköy-Taksim tercihli yoluna dalarak Alman Hastanesine gittik. Acilden girdik, EKG çekildi, kan tahliline bakıldı hiç bir şey yok. Dr “kilonun verdiği mide spazmı olabilir” diyerek çıkış işlemlerini başlatmak istedi. Halam, “Oğlum bu adam her zaman doktora gelmez, birde kalp doktoru görsün diye ısrar etti.” Gelen adam o sıralar otuzlarında, İranlı bir kalp doktoru olan Muhammet isminde birisiydi. EKG’ye baktığı sırada babam” Hoca aynı yanma gene geliyor” demesiyle hemen yoğun bakıma götürün deyiverdi. Sonra verilen ilaçlar, yoğun bakımda bekleme süreçleri, ilacın dıt dıt dıt sesleri ve mutlu son.

Birkaç gün sonra babam gözlüğünü ve ganyanı isteyince bizim için her şey eski halini alıvermişti zaten. O an halam kapıdan girmemiş olsaydı, ertesi gün nasıl bir dünyaya uyanacaktık acaba.

Hayat çok basit bir denklem üzerine kurulu, sadece ve sadece “huzur”. Bu kelime Ahmet Hamdi’nin kitabındaki kadar basit değil doğru, ancak yaşadığımız, yaşayacağımız günlerin değerini belirleyen yegâne kelimedir.

Huzuru bazen kızarmış bir ekmeğin kokusunda, bazen yanımızdan geçen veya bize şarkı söyleyen ufacık bir kızın gözlerinde, bazen de rakı masasında sevdiğimiz bir dostla yaptığımız sohbette veya sevdiğimiz birini hayata döndüğünde görebiliriz.

Asl olan ne kadar ömrümüz kaldığı değil, ne kadar yaşadığımız, ne kadar paylaştığımızdır.

Zira “Her gününü son gününmüş gibi yaşa. Çünkü bir gün gerçekten son günün olacak.”

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close