Pazar gününe yakışır şekilde odamda oturuyor ve pek de kayda değer şeyler düşünmüyordum. Zaman geçiyor ve bana pek bulaşmıyordu. Bir arkadaşım Tom Odell’in Another Love parçasının, dünyanın herhangi bir yerinde verdiği konserinden çekilmiş videosunu yolladı. Asıl mesele şarkıydı ama video kalabalığın içinden çekilmişti, meşaleler yakılmış, oradaki binlerce insan sanki görünmez bir bağ ile birbirlerine kenetlenmiş, hep bir ağızdan şarkıyı söylüyorlardı, Tom Odell’in sesini duymadım bile, kalabalığın sesi kulağımda, gözlerim videodaki insanlardaydı. Şarkı 4 dakika sürüyor yaklaşık olarak. Orada değildim, hayatımda hiç Tom Odell konserine gitmedim, fakat bu parçayı severim. Mesele Tom Odell değil, şarkı değil, konser bile değil. Şarkıyı açtım, bu kez İstanbul konseri versiyonunu, arka planda tekrara alıp yazmaya başladım. Şarkı hala bilmem kaçıncı tekrarında çalıyor, dinliyorum, zihnim bana bir hediye vererek konser anını yaşatıyor bana, her tekrarda yeniden beni oraya götürüyor.
Yaşadığım hayat, olmayı istediğim kişi, her gün yaptıklarım ve tercihlerim eşliğinde, 33 yıllık bir hayatın sonunda olduğum kişiye dönüştüm. Geliştim yada evrildim veya dönüştüm. Bu 3 kelimeyi de tasvirimin içine ekleyebilir ve anlamı baştan sona değiştirebilirim. Ama bu yazıyı yazmaya başlatan cümlem şuydu; Her geçen günün ardından duygu eşiğim uçlara doğru kayıyor, hissetme kabiliyetim radikalleşiyor, seçici olmak değil bu, ufak şeylerle mutlu olamamak da değil. Yetişkinlik hayatımın başından beri duygu tanımlarına kafayı takmışımdır. Bir insan kendi olarak duygularını tam olarak anlayabilmeli, tasvir edebilmeli sonrasında da onlara hükmedebilmesi gerektiği fikrine sahibim. Duyguların zaaf olduğunu düşünmüyorum ama üzerinde hakimiyet kurulmadan yaşanmaları fikri beni korkutuyor. Kontrol ve duygu kelimeleri pek birbirlerinden hoşlanmazlar biliyorum, kontrolün esas arkadaşı mantık çünkü, çelişkili bir durum ve anlaşmazlık çıkıyor bu durumda ortaya. Beni tanıyanlar kontrolün hayatımda ne derece önemli olduğunu bilirler. Bu benim için arkadaşlarımla oturduğum bir masada, toplantıda, herhangi bir etkinlikte yada cenaze ortamı fark etmeksizin geçerli bir durumdur. Hakimiyet ancak kontrol ile mümkündür, hayat bunun tam tersi bir akış içinde, etkim dışında doğal olarak da akabilir. Kullandığım kelime etki, etki ile tercih arasında fark, tercih akışa etki eder ama sadece kişiye bağlayıcıdır. Etki etmenin alt kümesi, can yoldaşı manipülasyondur. Ama beni gerçekten yakından tanıyanlar bilir ki ben özel hayatımın en çekirdek kısmında, bir dostumla olan ilişkimde veya aşık olduğum kadınlayken tamamen doğal şeyleri yaşamak için büyük bir çaba gösteririm, böyle olmasına adanmışımdır. Biraz bölünmüş ve dağınık bir anlatım oldu ama üzerine gitmeyeceğim.
Bir konser videosunu izleyip, oradaki ana kendimi kaptırabiliyorum. O anı hissedebiliyorum zihnimin her kıvrımında. Çünkü büyük bir hissin içinde buluyorum böyle olunca kendimi, kalabalık bir duygu, çok yoğun ve baskın. Sınırları tam olarak belirleyemiyorum hayal ederken, güzel bir tadı var. Gökyüzüne doğru bakıyorum bir anda kafamı kaldırıp, birkaç yıldız ile denk gelmişim, sanki onların olduğu bir caddede yürüyormuşum da sağımda solumda duran küçük birer dükkanlarmış gibi beliriyorlar. Gökyüzüne bakıyor, kalabalığın içindeki herkese bağlı olduğumu hissediyor ve tam o sırada şarkının 2. Kısmına geçmişken Tom’a eşlik ediyorum;
‘’ I’m just so tired to share my nights
I wanna cry and I wanna love But all my tears have been used up ’’Gündelik hayatta bir sürü şey olup bitiyor, onlara doğal reaksiyonlar veremiyorum sanırım artık. Daha doğrusu veremiyor değilim, benim için yeterli kadar güçlü olmadıkları için tanımlayıp geçiyor ve üzerlerine pek düşünmüyorum bile. Empati yapmayı becerebilen biriyim, kişilerin duygularını tanımlamaya da en az kendi duygularımı etiketlemek kadar önem veriyorum. Onların duygularını kolaylıkla tanımlasam bile bunlardan pek etkilenmiyorum. Yaşanılan şeyler çoğunlukla basit geliyor, çoğu kişinin yaşadıkları olayları dramatize ettiklerini fark ediyorum, bundan sempati toplamaya çalıştıkları aşikar. Yada dünyada iyi veya kötü çok daha gerçek şeyler olduğunun farkında olmamaları canımı fena halde sıkıyor. Tahammülsüz olduğum bir şey bu. Yaşlanmanın ve yıpranmanın yada var olmayı tercih ettiğim kişinin bir etkisi bu bilemiyorum. Şarkı devam ediyor;
‘’And if somebody hurts you, I wanna fight
But my hands been broken one too many times So I’ll use my voice, I’ll be so fucking rude Words they always win, but I know I’ll lose’’
Yavaş yavaş şarkının ve yazının sonuna gelirken, farkındalık sürekli bir arayış halinde olmayı gerektiriyor. Radikalleşen tarafım duygu eşiğimi her geçen gün bir adım daha yukarı çıkartıyor. Kendimce basit duyguları hissetmiyor değilim, onları tanımlayabiliyor ama etkilerini hissetmiyorum, oysa duygunun kendisi var ettiği etkiden ibaret değil midir? Bir yandan yaşıyorum evet, bir akış içinde. Hayat çoğunlukla sırandır, bir yandan da her geçen gün daha cüretkar sınırlar çiziyor, bu sınırları geçmek için kavga ediyor, yeterince tutkulu yada güçlü olduğuna inandığım şeyleri arıyorum. Mutluluk aradığım şeyler içinde değil, çünkü sürekli bir mutluluk fikrine inanmıyorum. Mutluluk o kadar güçlü bir histir ki zaten bir ömür boyu sürdürülemez. Kullanıldığında acıları uyuşturan ve kısa süreli kullanılması gereken ilaçlar var, halüsinatif etkiler gösterebiliyor uzun süreli kullanımlarda, sürekli mutlulukta böyle bir etki gösterebilir. Bence mutluluk bir ana dairdir, aklın sınırlarını zorlayacak kadar gerçek, parmak uçlarını hissizleştirecek kadar vurucu, ruhunu avcunun içinde tuttuğunu düşündürecek kadar büyüleyicidir. Tam olarak 4 dakika 21 saniyelik Tom Odell videosu gibi. Uzun süredir yazmayan biri için fena sayılmaz.