Ölümün sıcak nefesini bu kadar yakınımda hissetmek içimi ürpertiyor.
Nasıl bir ironi değil mi?! Ölümden bahsederken nefesini sıcak olarak tanımlıyoruz ama hissettirdiği his buz gibi bir soğuğun ürpertisi. Çocukken ‘sıcak-soğuk’ diye bir oyun oynardık hani, o geldi aklıma. Ölümü tarif etmek için sıcak diyoruz, yani yakın ama aynı zamanda ürpertecek kadar soğuk, yani uzak.
İnsanoğlu işte! Bir şeyden korkunca ona böylesi muammaları yakıştırıp kocaman bir belirsizliğe dönüştürüyor. Ya da belki belirsizliği nasıl tanımlayacağımızı bulamıyoruz bir türlü. Bu yüzden de belirsiz olan ne varsa korkutuyor..!
Ben ölümden hiç korkmadım. Allah biliyor ya, küçüklüğümden beri hep bir yanımla da istedim. Asıl cehennem Dünya gibi geldi bana hep. E hâliyle ölüm de pek korkutucu olmadı. Ama en sevdiklerimin ölümü de en büyük korkum oldu! Bu cehennemi daha da harlayacak olduğunu bildiğimden. Böylesine yakınlaştıkça da korkuyorum, ürperiyorum. Dünyanın başka bir ucunda katliamlar yaşanırken yakınlarımda hiç beklenmeyen/ani ölümler yaşanıyor olması, bu yoğun ölüm kokusu içimi çok acıtıyor.
Göçüp gidenlere katılıp kurtulmak istiyorum bu sızıdan fakat o zaman da arkamdan gözüne yaş değecek 1-2 kişi için içime kor düşüyor.
Ölümlerin arasında yaşamaya mahkum edilmiş, bir mengenede sıkışıyor gibi hissediyorum! Artık, içim bile yanmaktan yorgun…
Ama bu kadar ölüm varken, bu mengenede böylesine sıkışmışken en çok ne zoruma gidiyor biliyor musunuz?! Hâlâ farkında değiliz! Hâlâ o küçücük hırslar uğruna harcıyoruz zamanımızı, sevgimizi, umutlarımızı..!
Hâlâ inatla unutuyoruz; bir gün o ölüm kokusunun bizden yayılacağını…