BLUTV’nin yeni dizisi 7YÜZ ‘ün 2.bölümü ‘Prosedür’ 29 Eylül Cuma günü yayınlandı. Başrollerinde Melisa Sözen ve Engin Hepileri var. 2 genç ve yetenekli oyuncu ekseninde ilk bölümünden farklı duyguların servis edildiği, izlerken daha az gerildiğim, köşe bucak saklı ipuçları bulmaya çalıştığım bir bölüm olmuş. Yazının bundan sonraki kısmı bölümü henüz izlememiş olanların tadını kaçırabilir, o yüzden izledikten sonra okumanızda fayda var.
Yapım hakkında ilk bilmemiz gerekeni dizinin yönetmeni/senaristi Tunç Şahin şöyle özetlemiş; ‘’7YÜZ birbirinden dil, konu, tür, ton, üslup olarak farklı 7 orta metraj filmden oluşuyor.’’ Bunu aslında kendime ince bir ayar vermek için tekrarladım çünkü ilk bölümü izledikten sonra hissettiklerimi 2. bölüm sonrasında hissetmemiştim. Büyük açılış için seçtikleri baskın karanlık hisler ve havadaki gerilim sonrası bu bölüm hem seyirciyi hem hikayeyi daha naif ve yumuşak noktaya çekip, saplantı-aşk kavramının arka tarafında, tam olarak nasıl işlediğine dair hala çok karanlıkta olduğumuz beyin/bilinç algımıza selam çakıyor.
Aynı olay karşısında karakterlerin durdukları yerleri değiştirip verdikleri tepkileri gözlemliyoruz. Kadın ve erkek gözünden 2 perde halinde karşımızda duruyor mesele. Aynı duygusal buhrana gösterilen farklı yaklaşımları izliyoruz. Melisa Sözen’in oynadığı Banu karakterine Engin Hepileri’nin Rıdvan karakteri eşlik ediyor. Banu ile Rıdvan aynı ofiste çalışan ve hala arkadaşlık ilişkilerini sürdüren eski sevgililerimiz. Başlangıçta Banu’nun hazırlanış sahnesi esnasında kolyesiyle kurduğu bağı görüyoruz ki bu onun iyi günlerini anımsatan tılsımı. Ofis içinde Banu’ya ilgi gösteren Mehmet karakterinin karşılık alamayışını görüyoruz, aslında Banu ilginin farkında bile değil. Rıdvan’a karşı olan duyguları o kadar baskın ki etrafında olan bitenin farkında değil. Eski sevgilisiyle mutlu oldukları ortak geçmiş ona mutlu olabilecekleri ortak bir gelecek için sınırsız umut sağlıyor ve bu çevresine karşı geçici körlüğe sürüklüyor onu, hem etrafında olan bitenden habersiz hem dışarıdan nasıl göründüğünden. Uzun soluklu beklentiler insanı keskinleştirir, tahammülünü tüketir. Toplum normlardan uzaklaşıp, nasıl görünürüm kaygısından vazgeçip, dik durmanız gereken noktalarda bile kendinize hakim olmak istemezsiniz. Ofis çalışanlarıyla beraber gittikleri eğlencede Banu’nun hareketleriyle bunu hatırlıyoruz. Geceye dikkat çekici şekilde giriyor Banu. Oldukça kadınsı giyinmiş ve hem Mehmet hem Rıdvan’dan iltifatlar alıyor. Kendini bir süreliğine iyi hissedip ait olmadığını düşündüğü ortama ayak uydurmaya çalışırken tahammülünü tüketen manzara ile karşılaşıyor, işte unutamadığı ve hala yanında olmak için arkadaşı gibi davrandığı eski sevgilisi, sahne içinde parlayan bir diğer ofis arkadaşı İrem ile yakınlaşıyor. İrem karakterini oynayan Beste Kökdemir çok kısa olan bu dans sahnesini oldukça başarılı oynamış, Banu’yu psikolojik olarak kırıyor adeta. İçinde kopan hüzün fırtınasına dayanamayıp geceyi terk ediyorken Rıdvan peşi sıra koşup yakalıyor Banu’yu. Ortada çok derin bir hissiyat var, bazı insanlar iyi anılarından, sevmişliklerinden kolay vazgeçemezler. Belki çok fazla kişiyi sevmemişlerdir daha önce, çokça iyi anları yoktur, ellerinde ne varsa ona tutunmayı tercih etmişlerdir, işte ben Banu’nun bu hüzünlü ve çocuksu halini çok sevdim, takıntılı bir tutku değil çünkü içindeki. Rıdvan içinse bu durum saplantı olarak tasvir ediliyor, kendisi Banu’nun bitmek bilmez ilgisine sahip çünkü. Yalnızca birbirini kaybetme korkusuna sahip insanlar karşılıklı olarak derinlemesine duygu analizi yaparlar, sadece sevgi değil mutlak eşitlik gerekir bunun için. Rıdvan karşısındakine değer vermiyor demeyeceğim ama zaten kendi yörüngesinden çıkmayacağını düşündüğü Banu’yu kontrol altında tutmak için işin kolayına kaçıyor diyebilirim. Bu kolaya kaçma ve sevgiyi saplantı diye tanımlama durumu sonunda, Rıdvan terapi dediği ‘Prosedür’ tedavisini öneriyor. Karşısındaki insana duyduğu derin sevgi ve bağlılık, saplantı-hastalık-tedavi kelimeleri altında ezilen Banu hızla oradan uzaklaşıyor ve evine gidiyor. Öfkesinin ardından tedavi olmaya karar veriyor ancak bunun sebebi yine Rıdvan’ı üzmemek ve sonsuza dek kaybetmemek. Kliniğe geçiyor, bu yeni alternatif tedaviye kendini teslim etmeden önce doktorumuz beynin amigdala denilen 2 parçasına basit bir yeniden başlatma işlemi yapacağını söylüyor, bu esnada tılsımlaştırdığı kolyesini çıkartması isteniyor, sahne bizi Banu’nun yaşlı gözlerinin ardında bırakıyor.
İri gözlü insanların duygularının daha kolay okunduğunu duymuştum. Sanırım Melisa Sözen’de bunu duymuş olmalı ki gerçekten tüm bölümü hiçbir replik söylemeden kapatsa ben yine onun gözlerinden söylemek istediklerini anlardım, duyguları inanılmaz yansıtmış bakışlarına. Öyle ufak anlara sıkışmış büyük mimikleri oldu ki gerçekten hayran oldum.
Banu’nun amigdalası elden geçirildikten sonra kademeli olarak Rıdvan odaklı olan dünyasından uzaklaşışına şahit oluyoruz. Önce Rıdvan’ın doğum gününden Mehmet ile paintball oynamak için erken ayrılıyor, bu sahne içinde Banu’nun ilk perdede tılsımlaştırdığı kolyesinin Rıdvan’ın hediyesi olduğunu öğreniyoruz. Sonra beraber gidecekleri konseri ekiyor tüm bu süreç boyunca ara ara Rıdvan’a bozulmadın, üzülmedin di mi diye soruyor. Şöyle kısa bilgi paylaşayım, amigdalası tamamen alınan kişinin hayatı köklü olarak değişir ve duygusal tanısızlıklar yaşarmış. Banu’nun yaşadığı tam olarak bu değil ama neredeyse tüm hissiyatını yöneten iki lobuna müdahale ediliyor ve bazı yan etkilerin olması kaçınılamaz. Rıdvan’a karşı olan yüksek dozlu sevgisinin azalmasına sebep olan neyse, nezaket, önem verme, kaygı duyma gibi hissiyatlarını da etkilemiş gibi gözüküyor. Bunlar dışında Banu artık daha bağımsız, farklı insanlar ile birlikte gülüyor, eğleniyor. Rıdvan kendi ekseninden kayan bu ilgiden ufak ufak rahatsız olsa da zamanla hayatında ne kadar büyük kısmın Banu tarafından doldurulduğunu fark ediyor. Her fark ediş daha büyük acı veriyor, Banu’nun bardağından boşalan Rıdvan’ın bardağına doluyor ve koşar adım, saplantılı bulduğu eski aşığına doğru çekiliyor. Bölüm başında Banu’nun hediye ettiği kitap Oruç Aruoba’nın Hani kitabı, içinde kaybettiğin her şeyin bir gün geri dönmesi umuduyla diye not düşülmüş. Rıdvan bu satırları okuyup Banu ile yüzleşmeye gidiyor, aşkını itiraf ediyor ve karşılığında seni seviyorum ama sana aşık değilim cevabını alıp kocaman bir yıkımla evden ayrılıyor. Bölüm boyunca Banu’nun prosedür işlemi sonrası Rıdvan’dan rövanşı aldığı 2 sahne var, 1. Sahnede kahve ile alakalı yaşadıkları ‘çok kahve içiyorsun ondan’ diyaloğunun iadesi, 2. Sahne ise Rıdvan’ı Prosedür tedavisine götürdüğünde yaptığı konuşma. Tam bu kısımda Banu’nun elinde Rıdvan’ın aldığı doğum günü hediyesi olan kolyeyi tuttuğunu görüyoruz. Rıdvan Banu’nun aksine tedaviyi tamamlayamıyor ki bu beni sevindirdi, kendi duygu tanımını yapamamış olması sebebiyle karşısındakinin sevgisini yok oluşa sürükleyen adamın acısının dinmesini istemezdim, karşılıksız aşkın altında ezilsin biraz.
Bölüm içinde önceki bölümle bağlantı aradım hep ama ne yazık ki ipin ucunu tutamadım. Prosedür kliniğine girdikleri sahnede kamera tüm zillerin üzerinde yazan isimleri bize gösterdi, oradan önceki ya da sonraki bölümdeki karakterlere bağlantı çıkabilir. Bölüm içinde en çok hoşuma giden replik; ‘’Derdim sen olduğunda bile sana ağlıyorum’’ oldu. Yazının sonunu Oruç Aruoba’nın şu satırlarıyla yapayım, bölüme çok yakıştırdım; ‘’ bir yere gitmem gerekiyordu; sen aradın, ‘gitme’ dedin-ben de gitmedim’’. Haftaya görüşmek üzere.
Haşmet AteşerB