Yazar: 19:40 Genel Kafalar

Babam’a…

Uzun zamandır Babam’a diye yazmamıştım. Kendisine yazdığım mektuplarda, O’ndan sonra yazdıklarımda Şişman’a diye başlardı. Bugün vefatının 8. yıldönümü. Ardından birçok şey yazdım/söyledim, rakı kadehlerini O’nun adına kaldırdık. Bize nasıl bir aile reisi olduğunu, babanın tanımının “iskele” ile alakasının olmadığını üzerine basa basa nasıl gösterdiğini, dağ gibi nasıl durulacağını ve BABA Tavrını tekrar ve tekrar anlatmaya gerek yok. Bilenler biliyor. Bilmeyenler tanımadıkları için ne kaybettiğini tahayyül dahi edemez.

Babamın bizleri her zaman koruyup kolladığını, gücünü her daim ardımızda hissettirdiğini, son ana kadar bizleri nasıl sevdiğini, aile dediğimiz kurumu ayakta tutmak için neler yaptığını, okuduğumuz okullara bizden önce giderek hocalarımızla konuştuğunu ve bize ihsas ettirmeden okulda bizi nasıl takip ettiğini, hastalığı süresince birçok zorluk yaşamasına, kırmızı reçeteler ile ayakta durmaya çalışmasına rağmen yıkılmadığını ya da yoğun bakımda dahi bizlere zorluk verdiğini düşünmenin hicabını gösteren surat ifadesini burada anlatmayacağım.

Bu sefer anlatmak istediğim bilmediğim bir hayat. Etrafımda çok fazla insanın ailesi ile sorunları var. Herkes birbirinden bir şeyler gizliyor, olmadıkları gibi görünmeye çalışarak güncel tabirle kendilerine “piyasa” yapıyorlar. Bu her daim karşılaştığımız bir durumdur. Yadsınamaz. Uzun senelerdir gördüğüm en büyük sıkıntı ise çocukların kendi başlarına ve aileyi bir arada tutmaya çalışmalarını izlemek. Çünkü Baba Evinin ne demek olduğunu bilmeden yaşıyorlar. Kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışan insancıklar el yordamları ile ışığı bulmaya çalışıyor. Babalık kavramını sadece “3 dakikada çocuk yapmak” üzerine kuran bir toplumda, çocuklar kendilerine birazcık ilgi, şefkat ve güç verdiğini sandıkları kişinin peşinde koşuyorlar. Çünkü kendi hikâyelerinde böyle bir figür görmediler.  Işığın peşinde koşan sinekler gibi onlar da gücün peşinden koşuyorlar, karşılarına çıkanı iyi yada kötü diye sorgulamadan. – mış gibi yaşanan hayatlardan, -mış gibi yaşayan zombi ailelere dönüyorlar zamanla.

Aşağıdaki 3.videoda “Kırmızı Oda” dizisinden bir alıntı var. Psikologa hayatını anlatan kişi şöyle sorar ; Bir çocuğa hayat veren kimdir? Annesi mi babası mı? Dr;  Annesi diye cevap verince, bu sefer bilemedin hocam. Annesi bir çocuğa nefes verir. Hayatı veren babasıdır. Eğer hayat verecek bir babası yoksa orda nefes alır, serseri mayın gibi dolaşır durur benim gibi. Nefes alır sadece yaşamaz , yaşamaz der….

“Baba olunca anlarsın” diye beylik bir laf vardır. Ben bu duyguyu hiç bilemedim. Muhtemelen de ömrüm vefa etmeyecek. Ancak birçok insana nasip olmayacak şekilde “çoçuğuna nasıl babalık yapılır” onu gördüm. Birçoklarının aksine. Vefanın bir semt adı olmadığını, özgüvenin nelere kadir olduğunu anladım. Her zaman söylediğim şey ; “Benim kaçıp saklanacak, ardına sığınabilecek bir babam” vardı çünkü. Birbirine sarılmayan, kokusunu hissetmeyen yada birbirleri adına bir damla gözyaşı dökmeyen insanların aile kavramını anlamını beklemek beyduhe bir uğraş sadece.

Babamın telefon numarası halen rehberimde kayıtlıdır. Godot’u bekler gibi, bitmek tükenmek bilmeyen bir duygu ile halen telefonun çalmasını bekliyorum. Uzun bir yolculuğa çıkmış, havaalanına gelin şu saatte beni alın diyeceği günü görme umuduyla.

Şişman; Yaşattıkların için çok ama çok teşekkürler. Ferhan ŞENSOY’un Rasim ÖZTEKİN’ in ardından yazdığı gib;” Bir gün ben de uçup geleceğim gökyüzüne, buluşuruz gökyüzünde, neşeli bir meyhanede.””

Ellerinen hasretle öperim…

Hıncal’ın Babalar günü yazısından bir paragrafla bitirmiş olalım.….

O gün, bayrama bir kaç gün var, okuldan eve dönüyorum. Tellalı gördüm sokakta. Sırtında 100 metreden görsem, doğru tanıyacağım, üzerindeki çizgileri bile ezbere bildiğim bir şey var. Babamın Tüfeği.

Gururla övündüğü atalarının yadigârı ve hayattaki tek özel keyfinin simgesi.
Beynimden vurulmuşa döndüm. Ağlamak istedim, olmadı. Koşa koşa, nefes nefese geldim eve. Annem, “Hayır oğlum, yanılmışsın, o değil. Bak babanın tüfeği burada” desin diye.

“Anne tüfek” dedim. Ağlamaya başladı. Benim size bu satırları yazarken ağladığım gibi.

Sıkıntı son haddine varmıştı ve babam anneme “Benim çocuklarım, bu bayram öksüz çocuklar gibi kalmayacaklar. Her zamanki gibi bayram yapacaklar. Tepeden tırnağa giydireceğiz, bayram sabahı elimi öperken, harçlıklarını da vereceğiz, hanım” demişti.

Neyle?
İşte o tüfekle.

Babamın bizlere sevgisi, atalardan gelen gururunun ve hayattaki en büyük keyfinin de çok ötesindeydi. …

https://www.youtube.com/watch?v=REMQEAQOqSY

https://www.youtube.com/watch?v=wkEvHopUsQU

https://www.youtube.com/watch?v=mHKazItWQQs

https://www.youtube.com/watch?v=3VoW8umIy7s

https://www.youtube.com/watch?v=sc9KgtFKL4s

https://www.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2012/06/17/babami-bir-kez-daha-anarken

 

 

 

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close