Eve geri döndükten sonra her şeyi yerli yerinde bulursun. Masan, sandalyen, komodinin üzerindeki resimler, duvardaki tablolar, tuvaletteki şampuan, saç kremi, tıraş losyonu, belki ocakta o akşamdan kalan yemekler ve hatta çöp kutusundakiler bile bıraktığın şekilde duruyordur.
Ama evde bir eksik vardır. Gittiğin ve döndüğün an arasındaki en büyük fark onun yokluğudur. Önce salona bakarsın, oturduğu sandalye boştur. Yatak ise hiç bozulmamışçasına karşılar. Özlemi; Yadigâr kalan eşyalarda ararsın bir süre, kokusunu gömleğinde, atletinde duyabilmek için çırpınır, eşyalarını kimseye vermemek ya da kaybetmemek için saklarsın. Belki de kimse görmesin diye gömleği alıp, göğsünün ortasında yatakta sarılıp ağlarsın geceler boyu.
Önceleri kendini kandırmak için tatile gitti, haftaya dönecek demeye başlarsın. Zaman geçip kapı çalınmadı mı başına bir şey mi geldi diye kuruntu yaparsın birde. Bazen de bir film seyredersin, belki de Bold Pilot’ ın hikâyesi olur bu, gözyaşların durmak bilmez. Zira filmde gösterilen sahnelerin bir kısmını birlikte yaşamışsınızdır ya da onun tarafından defaetle anlatılmıştır zaten.
Zaman geçer, belki bayram sabahı belki de bir pazar günü, haydi ziyarete gidelim diye yola çıkarsın. Taksi kapıya gelir, her zaman gittiğiniz güzergâhta seyredersin. Rampayı çıkarken annen omzundaki eşarbı çıkartır ve başını bağlar. Taksiye “Sizi biraz bekleteceğiz.” diyerek arabadan inersin. Mezarlığın başına geldiğinde evde arayarak bulamadığın, tatilden bir türlü dönmek bilmeyen adamın ismini görürsün mezar taşında. Kavuşmak, hasret, özlem… Aklına gelebilecek tüm duygular geçer bir anda benliğinden gözyaşları eşliğinde. Vuslat böyle bir şey midir? Orada olduğunu bildiğin halde kavuşamamak nedir peki? Bir daha hiç göremeyeceğini bilmek? Kaçıp saklanıp sığınacağın, yegâne insanın toprağın altında yatıyor olması? Sesini duyamamak? Telefonunu çevirip “Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” sözlerini duymuşluğun bile vardır belki de, kim bilir.
Bazen de telefonla konuşurken, tellerin ucundaki adam yanındakine “Şişman’ın oğlu der. Bir anda “Aaaa. Atalay Abi ne güzel adamdı.” sözlerini duyar ne yapacağınızı bilemezsiniz bu sitayiş dolu sözlere. En son mezarlığa babamın yanına gittiğimde “Eşşoğlueşşek sana ihtiyacım var. Bok mu vardı gidecek demiştim.” Halen dönmedi, aramıyor ve hatta rüyama bile girmiyor.
Doğumumdan itibaren yol arkadaşlığı yaptığım adam birden kayboldu. Hani derler ya erkekler babalarını kaybettikten sonra erkek olmayı öğrenirler diye. Doğru ya da yanlış diyemem. Ama onu kaybettikten sonra çeşitli rollere bürünür oldum. Umursamaz, şakacı, düşünceli, otoriter bla bla. Çok yakın dostlarımın arasında, alkol masasında ağlak ve sarhoş rollerimde oldu. Ama bitmek bilmeyen acıyla dolu yangın hiç peşimi bırakmadı. Zira insan olmak acıyı barındır ama ben acı yemeyi hiç sevmezdim. Aşkın ıstırabına alışkın kalbim yeni tattığı bu duyguyu halen sindiremedi.
Resime dikkatlice bakanlar bir babanın kızına olan hayranlığını gözlerinde göreceklerdir. Benim her seferinde gıpta ile baktığım çok ama çok güzel bu resimde ve yaşananlar güzel anılarda kaldı sadece.
Ondan bana miras, anlattığı hikâyeler kaldı. Hatıramda kalanları, doğru olarak öğrendiklerimi, dokunabildiğim çocuklara aksettirmeye çalışıyorum artık. Bazen kendimi aşıp baba rolüne bürünüyor, onun bizlere yaptığı gibi bir çocuk nasıl korunur, kollanır ve sevilir aksettirmeye çalışıyorum bilmeyenlere bu dünyadan bir Şişman geçti diyerek. Hepsi bu.
Şişman; dokuz sene önce bu gece terk-i dünya eyledi. Berat kandiliniz mübarek onunda ruhu şad olsun…