Yazar: 13:57 Genel Kafalar

Son Nefes..

Bir müzisyenin iyi bir sanatçı olup olmadığını, (özellikle Türk Sanat Müziğinde) musikide sesinin tonunu ne kadar yükselttiğinden, şarkı esnasında ne kadar bağırdığından, ya da enstrümantallerin tınısının şarkıcının sesini bastırıp bastırmamasından anlayabilirsiniz. Çok fazla bağıran, ya da tribünlere oynayan şarkıcılar, artık doymuş, sesi çıkmadığı içinde anlık heyecanları yönetmek gayreti içindedir her daim. Zaman akmaya başlayıp körpecik bir gençken tane, tane söylenen her mısra, hayat ilerledikçe sadece büyük bir uğultu haline dönüşmeye başlar.

Tıpkı hayat gibi,

Yaşadığımız dakikaları harcarken farkına varmayız. Sanki bu zaman bize baba mirasımızmış gibi davranır hiç bitmeyecekmiş gibi yaşarız. Ama kum saati akar ve bir an, kum tanelerinin sonuna geliriz istemesek bile,

Peki ya sonra,

Gene bir okuyucu isteği. Bu sefer İlke abladan geliyor.

“ Ölüm döşeğindesin, nasıl hissetmek isterdin? Nasıl yaşasaydın pişmanlıkların olmazdı? Geride bıraktığın nelerle gurur duyardın? Bu dünyadaki misyonunu tamamlanmış hissetmen için nasıl bir hayat yaşamalıydın? ” diye sormuş.

İnsanın varlığının yegâne kanıtı ardından yâd edenlere bağlıdır. Götün tekiydi de diyebilirsiniz, toprağını sevsin çok iyi adamdı da. Burada ki kalın çizgiyi ise kum tanelerinin hayattaki ahengi belirlemektedir.

“İçimdeki Deniz” filminde genç bir adamken geçirdiği bir kaza sonucu yıllardır boynundan aşağısı felçli olarak yatağa mahkûm bir yaşam sürdüren bir adamın ötanazi isteği ve geçmişte yaşadığı hayatı, o sırada ona âşık bir kadının öyküsü anlatılır. Film kahramanı bir sahnede  “Biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum.” diye kendi halet-i ruhiye ’sini anlatır.

Yatağa mahkûm olması nedeniyle bir ötenazi isteyen bir adamın ölmek istemesi anlaşılabilir de o halde olmasına rağmen bu adama âşık olan kadını kaçımız anlayabilir acaba? Kelebek ömrü kadar geçecek bir hayatı bilmenize rağmen o hayatı seçmek…

İnsan-ı mahluk dünyaya geldiğinden, yaşamının sonuna kadarki tekamül sürecinde yaşamını vizyon, misyon gibi değerler üzerine kurar mı emin değilim. İnsanın yaşamını sürdürürken yapabileceği en temel isteğinin “mutlu ve huzurlu olmak” temeline dayanması gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar temeli iki kelimeye indirgemiş olsam da saf mutluluk ve huzur içerisinde binlerce kelimeyi barındırmakta, diğer vasıflarının tamamlanmaması huzurun sağlanmasını her daim ertelemektedir. Tolstoy “İnsan Ne İle Yaşar?”  kitabında “insanların özünde iyilik olduğunu ve durum her ne olursa olsun iyilik yapması gerektiği” anlatır. Kitabın 1885 yılında yazıldığı ve üzerinden 140 yıl geçmiş olmasına rağmen aradığımızın her daim iyilik olması tesadüf olabilir mi?

Zaman zaman ölüm ile karşılaştığını ve geri döndüğünü söyleyen insanlar, hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti derler. O karşılaşmadan sonra insanların davranışlarının değişip değişmemesine göre filmin devamını değiştirmeye çalıştıklarını ya da aynı fikriyat ile devam ettiklerini söyleyebiliriz.

Müslümanlıkta ise kabir meleklerinin mezara geldikleri, sorgulamada bulundukları, kıyamete kadar geçen süreye kadar eziyet ya da sefa içerisinde yaşamamızı sağladıkları söylenir. (Genel inançtır ama benim düşüncem bu şekilde değildir. Bu da başka bir yazı konusu olsun )  Ayrıca inancımızda cennet, cehennem kavramı vardır ki inanç insan doğasında en ulvi olgudur. Buna rağmen insan hatalarından vazgeçmeden, hatalarından ders almadan yaşamaya her daim devam etmektedir. Tüm inanç sisteminin üzerindeki “Yaratana koşulsuz biat” olgusu ile insanın bile isteye hata yapmasını engelleyemiyorsa, nasıl iyi bir birey olabiliriz o zaman?

Ölüm döşeğinde, ya da öldükten sonra adınızın hayırla yâd edilmesini istiyorsanız pişmanlıklarınızın olmamasına gayret sarf edin. “Keşke yapsaydım” diyecek bir şeyiniz yoksa nasıl ki yatağa başınızı koyduğunuzda rahat uyuyorsanız, son nefesinizi de aynı şekilde verebilirsiniz.

Yeter ki o ne der, bu ne der diye düşünmekten ziyade, vicdanınızın sesini dinleyin. O sesini duyurduğu ve sizin de dinlemeye gücünüz, niyetiniz olduğunca, son nefesinizde de huzurlu olacaksınızdır.

Gerisi laf-ü güzaf..

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close