Poyraz Karayel in aşağıdaki linkte göreceğiniz sahnede Ayşegül, annesin mezarının başında şu cümleleri söyler. “Ben sensizliği sevmedim, sen biricik kızını nasıl bırakıp gittin. Her şey yine aynı. Babam aynı, abim aynı, ben aynıyım. Dünya halen çekilmez bir yer. Hayat halen çok kötü. Ben yine geleceğim. Daha sık geleceğim söz veriyorum. Sizi unuttum sanmayın, tamam mı?”
Kafka ise “Çok sevgili baba, geçenlerde bir kez, senden korktuğumu öne sürmemin nedenini sormuştun. Genellikle olduğu gibi, verecek hiçbir cevap bulamadım, kısmen tam da sana karşı duyduğum bu korku yüzünden, kısmen de bu korkuyu gerekçelendirmek üzere, konuşurken toparlayabileceğimden çok daha fazla ayrıntı gerektiği için…”
Ayşegül söyledi, Kafka yazmış benim neyim eksik. Aramızdaki fark belki de sitayiş ölçülerindeki değişikliktir. Sonda söyleyeceğim cümleyi başta edeyim önce “ Baba, seni çok seviyorum ve her daim sevdim…”
Cesaretim yoktu “Seni seviyorum diyemedim”
Her zaman yoksundum “ Keşke benim babam da beni sevseydi”
Mutlu olmak istiyorum “ Her zaman karşımda mutluluğuma gözünü diktin”
….
Daha fazla sallayacak şey bulamadım, zira bunların hiçbirisi olmadı. Bilmeseydim, görmeseydim, yaşamasaydım çok daha kolay olurdu hayat belki de şimdikiler gibi yaşamaya.
Ama ben seni tanıdım ki…
Gün geçtikte seni o kadar çok arıyorum ki. Başımı çevirdiğimde gördüğüm hayatlardan birçoğu eksik, yitik, biçare durumda bekleyen insancıklardan oluşuyor. Birçok çocuk hayatı bilmeden, yaşamayı bilmeden hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Bunun yegâne nedeni babadır demek çok mu büyük bir cümle ya da babalara çok mu haksızlık olur?
Yaptıklarımız ya da yapamadıklarımız hep bir bahaneye bağlıdır. Onun yüzünden ya da şu nedenlerle hayatım zindan oldu diye yazmak çok kolaydır deftere. Ama kırk üç yıllık ömrümde bir gün “senin yüzünden” dediğimi hatırlamıyorum. Zira bizleri bu kadar serbest bırakmışken her daim yanımızda, yakınımızdaydın sana bunu söylemek haksızlık olur.
Baba,
Sen gittikten dünyanın dönmesi durmadı. Ama benim hayatımda “kaçıp saklanacağım adam” artık yanımda yoktu. Yıllar, yıllar önce ben askerdeyken sevdiğim kadın “Keşke sen kalsaydın, bütün İstanbul askere gitseydi” demişti. Şimdi aynısını ben senin peşi sıra söylüyorum.
Gene bir filmden alıntıyla yazıyı bitirelim. Her seferinde ağlayarak seyrettiğim “Babam ve oğlum” filminden..
…”Bana gittin diyorsun ama baba, ben gitmedim, gidemedim, kalamadım da ama evim nerde bilemedim çünkü aklımın bir köşesinde hep sen vardın, seninle bu olmamışlık, bu küslük. İnsanın dönebileceği bir evinin olmaması ne demek baba biliyor musun baba. Elimi neye attıysam kurudu. Karım öldü… Baba buraya niye geldim biliyor musun? Deniz’e bir oda ver. Onu yanına al. Burada büyüsün. Bir evi olsun, gidecek başka hiçbir yeri yok.. Peki, sen bir çocuğun büyüyeceğini görememek ne demek bilir misin? Nasıl bir duygudur onu bildin mi. Hiç bilir misin bu duyguyu. Hayat devam edecek, birileri yeni kitaplar yazacaklar, okuyamayacaksın, yeni filmler çekilecek izleyemeyeceksin. Sevdiğin bir şarkıyı yeniden dinlemek isterken dinleyemeyeceksin. Bunlar kolay, alışır insan. Ama onu büyürken izleyememek, yanında olamamak, ilk kız arkadaşını göremeyecek olmak. Baba, yüreğim yangın yeri gibi biliyor musun? Gözü arkada kalmak böyle bir şey galiba. Kaç gündür onu itmek istiyorum, bana sarılınca. Beni sevmesin diye kaç gündür uğraşıyorum ama elim kalkmıyor. Onun hayatında yutkunamadığı bir yumru olacağım içinde kendimden nefret ediyorum. Ona bir oda ver baba. Bir evi olsun ama zaman zaman da çıkıp gideceği bir ev. Ona söylemek istediğim o kadar çok şey var ki. Sen söyle baba, ona de ki…..
ve giden gittikten sonra “Açaydım kollarımı, gitme diyeydim. Ağzım dilim lala olaydı, git diyen dilim kopaydı. Benim yüzümden” diye ağlar dururuz yıllar, yıllar boyunca.
Şişman, yaşattıkların için teşekkürler.