Sonbahardır, hava hafiften serinlemeye başlar, Güneş varlığını hissettirse de gölgeler üşütür. İnceden bir yağmur başlar, Güneş parlarken ince ince süzülür gökyüzünden. Yaz sıcağından kuruyan toprak uyanır, mis gibi bir toprak kokusu yayılır havaya. Bir ceket atsan omuzlarına yeter. Sakin bir yerde, bir kafenin bahçesindeki şemsiyenin altına oturur, bir çay söylersin kendine. Bir sigara yakarsın, içine çektikçe sigaranın o kesif tadı yerine yağmuru çekersin sanki içine. Gittikçe hızlanır yağmur, neticede sonbahardır. Beraberinde bir ses kaplar tüm sessizliği; Yağmur tınısı! Yerde buluşan su damlalarının kavuşma sesi gibi gelir bana hep. Öyle yumuşak, öyle nahif… Sanki yağan yağmur üşütmemek için insanın içini ısıtır o sesle. Duyabilen, dinleyen kaç kişi vardır bilmem ama bizim için çalar melodisini yağmur!
Bana biraz aşk gibi gelir sonbahar yağmurları. Önce ısıtır, sonra hafif ıslatır; bilirsin ıslandığını ama kaçmazsın. Sonra o büyülü kokusuyla, sesiyle tüm etkisi altına alır ve en son sırılsıklam eder. Ne ara kaçmayı bıraktın, ne ara bir yere sığınmaktan vazgeçtin, ne zaman ıslanmayı göze aldın bilemezsin. Ama sırılsıklam olmuşsundur işte!
Sonra birden duruverir. Sanki hiç yağmamış gibi Güneş açar, rüzgar eser. Yollar ıslaktır, sen sırılsıklam! Her attığın adımda üstünden damlalar dökülür ama rüzgar öyle eser ki üstünde kalan her damla üşütür. Üşüdükçe üşürsün, kendine bile sarılamazsın.
Yine tıpkı aşk gibi… Bir gün maşuk gidince, kalan kendine sarılsa da ısıtamaz kendini.
Tek çözüm soyunmaktır. Yağmurun ıslattığı ne varsa çıkarmak gerekir. Üstünde kalan tek bir kumaş, tek bir damla olmadığında ısınırsın ancak.
Yani, ancak saf olarak kendinle baş başa kalabildiğinde…
Bazı hikayeler, bu kadar uzun sürmez; ıslanmışsındır daha önce. Yağmur tınısını duyduğun an farkedersin başına gelecekleri. Güvenli bir yere sığınıp, ceketini çıkarıverirsin ve yağmurun bütün izi kaybolur.
Bu da öyle, bir yağmur tınısında son bulan bi hikayeydi işte!