Yazar: 20:58 Genel Kafalar

Mihrabım Diyerek..

Avatar gelecek ay girecekmiş vizyona, mutlaka gidelim. O gelene kadar; George Clooney ile Julia Roberts’ın filmine mi gitsek acaba? Sonrasında filme gidilir ya da gidilmez, ama afişler, sinemanın üzerinde birkaç hafta daha arz-ı endam eder ve seyirciyi sahneye davet eder. En uzun süre vizyonda kalan Avare oldu sanırım, Raj Kapoor, dilenci rolünde otuz iki hafta kapalı gişe gösterimdeymiş. Sonra bir Perşembe akşamı son oyundan sonra, ya da Cuma sabah, afişler değişir ve yeni filmlerin haberleri verilmeye devam eder.

Tıpkı hayat gibi. Her iki-üç haftada yeni bir gösteriye hazırlanıp, yeni karakterlere, yeni hikâyelere başlıyoruz. Bu hikâyenin bir öncekinden tamamen farklı olmasının da önemi yok, zira farklı insanlar, farklı hayatlar ve bundan sonrası tamamen hayal gücü. Yaz, yaz oyna…

Ama yaşadığımız ömürde kimse kendi hikâyesini sevmeden yaşamını sürdürme telaşında. Beyaz perdede gördüğümüz aktör ve aktrislerin hayatlarını nasıl kıskanıyorsak, etrafımızda gördüğümüz insanların gerçek ya da hayal ürünü hayatlarına da öyle gıpta ediyoruz. Sürekli başkaları ne der diye yaşadığımız için kendi benliğimizden, kendi hayatımızdan haberimiz olmadan geçiriyoruz saatlerimizi.

“Yaş otuz beş yolun yarısıdır ömrün.” der şair, ben ortayı geçeli yıllar oldu ama bir dizi repliğinde şunu fark ettim. “Daha hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın. Ama kenarındayım o kesin, hem de en kenarında.” Bu yaşanmamışlığıma rağmen kendimi, gördüğüm hayatlarla kıyasladığımda, bir arpa boyu daha fazla gittiğimi görüyorum diğerlerinden, en büyük farkımın ise mutlu bir aile içerisinde doğmak olduğunu söylemekten imtina etmeye gerek yok. Mutlu ailelerde büyüyemeyen, ebeveynlerine karşı mesafeli çocukların özlem duygusu, anne ve babalarının kokusunu duyamadan büyümek, onlara sarılamadan yaşamak sanırım. Zira yıllar geçtikten sonra; Olgun, cemiyette kariyer sahibi, yanında taşıyacağını sandıkları ilk kişiye pergelleri açmalarına başka bir sebep olmasa gerek.

Bunun diğer bir tezahürü ise yaşantımız süresince tanıdığımız insanlara, içimizdeki duygu açlığı ile doğru orantılı olarak çeşitli roller verip onlarda kendi açlığımızı bastırmaya çalışmamızdır. Kiminde duyguları, şehvet ile bastırarak fiziksel olarak rahatlamaya, kiminde ise ruh ve beden üzerinden kalbimizi arındırmaya çalışıyoruz. Bu hangi filme gidelim demek kadar kolay bir irade. Ama gerçekte ne kadar çok birliktelik yaşarsak yaşayalım, ne kadar farklı tenlerin tadına bakmış olalım -ki buna ister vicdanın sesi, isterse kalbinin sesi diyelim- obur benliğimiz bir türlü doymuyor. Farklı bedenlerden ziyade, farklı ruhlarda doyurmaya çalışıyor içimizdeki acıları, yaşanmışlıkları, geçmiş hatalarımızı. Her seçimde daha fazla kan isteği ile dolu vampirler olarak karışıyoruz hayata, zira kanı her döküşte biraz daha fazlasına acıkıyoruz. Sonrası ise intikam. Tecrübe edindikçe, benzerlerimizi gördükçe hayatta kendi kanımızı yere akıtmak yerine elimizdeki bıçağı, “kime geldiği önemli olmadan”, daha fazla sallayarak, kendimizi koruma altına aldığımızı düşünüyoruz. Ama bu tatminin ana sebebi ise geçmişten almak istediğimiz hınçtan ötürü. Zira hayatımızda duyguya yer olmadığı için, köküne kadar bildiğimiz yegâne his olan bencilliğimizle “Ben – Ben- Ben” diyerek kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Peki, bu bizi mutlu bir insan mı yapıyor. Elbette hayır. Biçare yüzümüz, gözyaşının ne olduğunu bile unutuyor kimi zaman…

Peki, ne zamana? Ya da hangi filmi seyredene kadar?

İçimden geçen cevap; Göğün farklı katmanları, farklı renkleri vardır her daim. Gördüğümüz renkler hayatta aldığımız zevkler ile uyuşuyorsa, göğün renklerini her daim tozpembe görürüz. Haleti ruhiyemizdeki sorunlar baktığımız semayı farklı anlamlandırıyorsa, o zaman elini uzattığında yanında olmaktan vaz geçmeyecek insanlarla birlikte yürümekten imtina etmeyin. Benim anlattığım hikâyeler, kişilere, yere, zamana göre değişiklik göstermedi. Sadece anlatmaya değer bulduğum insanlara göre hikâye çeşitliği arttı ya da azaldı. Hepsi bu.

Ama gerçek hayatta; Hepimiz insanız ve hepimizin haris düşünceleri var. Bu nedenle kalben yaşamamış birisine sevgiyi anlatmak, hem de bunları anlatırken kendi kalbinin kanamasını göre göre yapmak… Her aldığım yaradan sonra toparlanıp, tekrar ayağa kalkmaya çalışmam daha uzun sürüyor. Bu nedenle yara almadan, tehlikeden uzak kalarak, hayatımı idame ettirmeye gayret sarf ediyorum.

Belki de bir süre romantik filmlerden ziyade komedi filmlerine gitmem gerek.

Sevgi paylaştıkça çoğalır derler. Ama sadece anlayanlara, diğerleri için güzel bir film adı olur sadece…

“Uçan kuş bile eşini bilir ve sürüsünü bulur. Sen insansın. İçine karışacağın adamları iyi seç.”

Yusuf Has Hacib

Son olarak; Bu şarkıyı Avni Anıl benimle aynı duygularla mı yazmış demek gerek?

Mihrabim diyerek sana yuzvurdumGonlunun dalinda bir yuva kurdumYillardan beridir yalvarip durdumSevgilim demeyi ogretemedim

Gonlunde sevgime yer vermedindeYaban gulleri hep derledindeEllerin ismini ezberledindeBir benim adimi ogretemedimSonunda hicrani ogrettin banaBen sana sevmeyi ogretemedim

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close