Yazar: 22:39 Genel Kafalar

Pazara çıkamayan bir adam.

Devrimsizdik, devrilmiştik, bir devinim bir başkasını takip etmemiş, ışıkları kapatmıştık.

Birileri karanlık köşelerde işlemedikleri suçlar için bazı güçlü kişilerin bazı kirli emelleri uğruna çürümeye terk ediliyordu. Bir yerlerde çocuklar ölüyordu, açlıktan, hastalıktan, kurşundan, bombadan. Dünyadaki obez sayısı açlıktan ölen insan sayısını geçmişti. Ben güneşli sabahlar bir kez hapşırdım mı peşi sıra 3-4 kez daha hapşırıyordum, iyi dilekleriniz için teşekkürler ama bırakın ben çok yaşamayayım diye geçiriyordum içimden. Fiyakalı görünmeyi severdim, rakı bardağımı şöyle bir döndürürüm ekseni etrafında lafıma başlarken, oval eğriler ile daha bir sıkı fıkıydım, yatay ve dikey meselelerinse içinden çıkamıyordum. Evsiz bir insanın ortalama 8 yıl yaşayabildiğini okumuştum, delirmeden, hastalanmadan yada başka biri tarafından güçsüz ve sokakta olduğu için öldürülmeden önce, dişini sıkabilirse 8 sene. Dört duvarın kıymetini daha iyi anlamıştım, kendine ait bir mesken dışındaki detaylar teferruattı. Kendi öz yalnızlığını benimseyip içe dönük bir yaşam yaşamanın bedeli, kolektif yaşamdan kopuş oluyor. Bu kopuş ister istemez insanı toplumsal meselelere karşı daha ben merkezli yaklaşmaya itiyor, vicdan duygusu hala var fakat bireyi harekete geçirecek empati duygusu azalıyor. Biraz da sıcak evimin şu köşesinde üzüleyim diyor insan kendi kendine. Birey kişisi; ‘’Pazara çıkalım diyen karısına parasızlığını itiraf edemeyip utancından banyosunda tüfekle intihar eden ve cebinden intihar mektubu yerine 1,5 TL çıkan adam’’ için arkadaşlarıyla bir şeyler içerken romantik ve entelektüel bir tirat atıyor mesela, o an bunu duyan masanın etrafındaki zaten ortak vicdani değerlere sahip birkaç insan dışında kimsenin duymadığı bu tirat bir vicdan mastürbasyonu olmaktan öteye geçmiyor toplum nezdinde (nezdinde ne amk?). Bu konuşmaların yapıldığı bazı evlerde ve bazı masalarda kadehler tekrar tokuşturulmadan önce bahsi geçen acı olaya saygı mahiyetinde derin bir sessizlik eşliğinde herkes 3 saniyeliğine uzaklara dalıyor, İzmir’de evin birinde, banyosunda kafası dağılmış yatan bir adam birkaç gün önce defnedilmiş oysa, kan lekelerini acaba kim, nasıl temizlemiş, ölen adamın eşi bir daha pazara çıkabilir miymiş gibi sorular boşlukta mutlak sonsuza doğru yankılanıyor. Adamın adı Ali Kabasakal, intihar ettiğindeyse ekmeğin fiyatı 1,5 TL idi.

Bu arada söylemiş miydim, fena halde dişim ağrıyor? Bu hikayelerin dağınık sonları üzerine düşünmem gereken zaman da yaklaşıyor. Zamanı yaklaşan şeylerden bahsetmişken, bu sıcak evlerdeki masalardan kalkmanın da vakti yaklaşıyor, keskin bir karanlık saracak etrafımızı. Korku aracı yalnızca sizi sindirerek çalışmaz, değişime katkı sağlayacak gücün sende olmadığı duygusunu pompalar, atman gereken kadar büyük bir adım atamayacaksan eğer otur yerinde der sana, pasifleştirir. Oysa değişim için büyük adımlar atmaya gerek yok, birilerinin omzuna dokunmak için boktan siyasi araçlara ihtiyacımız yok. Sivil topluma güvenin, içinize sinen derneklere ziyaretçi olmaktan geri durmayın ama çocuklar ama yaşlılar ama hayvanlar ama doğa fark etmez, kendiniz dışında bir şeyler için attığınız ilk adımla başlayacak her şey. Yılmaz Güney’den bir alıntı yapmak istiyorum, eminim benim 452 kelimemden çok daha iyi anlatacaktır her şeyi.

‘’Arkadaşlar! Dışarı da bir şeyler oluyor farkında mısınız? Uykuda olanları sarsın, uyandırın. Herkese söyleyin, yakında ışıklar kesilebilir. Karanlıkta ne yapacaksınız?’’

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close