Yazar: 17:23 Genel Kafalar

Sevdanın Ayak İzleri

 Sevda ne zor kelime. İçerisine yılları, yaşanmışlıkları ayrılıkları sığdırır, halen ne kadar boş yer varmış diye şaşar kalırsın heybenin içerisine baktıkça. Kumsalda ki ayak izleri gibi, bıraktığın izler sessiz sedasız bir dalgada silinir ya, her seferinde yeniden başlarsın yazmaya. Her seferinde kaleminden kan damlar geçmişi yâd edince. Mürekkepler biter hokkanda, sen yazmaya doyamazsın kan kokusunu alan vahşi hayvan misali. Işığı gören insanların anlattığı hikâyeler gibi, üç saniyede hayat hikâyen film şeridi gibi gözünün önünden geçer. Her zaman hatırlanan mutlu anılardır sanır âdemoğlu. Bilmez ki kötü anıları olmasa iyilerin ne tadı kalır ki.

 Yıllar önce Ahmet Altan’ın bir yazısında “Zaten düşünsenize, eğer biz içimize ‘kötülük’ konmadan yaratılmış olsaydık onca dine, insanı mükemmelleştirmeye çalışan onca ideolojiye ne gerek vardı? Dinler de, ideolojiler de sürekli olarak kendimizle çarpışmamızı, kendimizi yenmemizi, bir yanımızı silip atmamızı isterler. Anlaşılmaz olan ise, bunu isteyen güçle, bizi silinemez biçimde ‘günahkârlıkla’ damgalayarak yaratanın da aynı güç olması.” diye başlayan yazısı, “… İnsanoğlu bu bildiğimiz yaşam biçimini sürdürdüğü sürece kendi karanlığını aydınlatamayacak. Onun için hiçbir zaman bugünkü yaşam biçimiyle kâinatın ve Tanrı’nın sırrını çözemeyecek. Sır içimizdeki karanlıkta gizli. Tanrı, içinizdeki karanlıkta saklanıyor. Kâinatı ve Tanrı’yı kendi derinliğinizde taşıyorsunuz. Onun için onları hep hissediyor ve hiç göremiyorsunuz. Görürseniz ölürsünüz çünkü. Sırrı çözer ama kimseye anlatamazsınız.” diyerek tamamlamıştı.

 İçimizdeki şeytan bizleri her daim karanlık tarafa çekmek ister. Bazen çarpışır mağlup oluruz, bazen saflarımızı kaybeder, bazen de yeni zaferler kazanırız. Kazancımız her daim cennetten yeni araziler olmaz elbette. O kadar bağı bahçeyi işlemenin de anlamı yok. Kazancımız sadece ve sadece vicdanımızdır. Onun verdiği huzur bizleri özgür kılar ve Jonathan gibi bilmediğimiz derinliklere ışık hızında dalmaya çalışırız korkusuzca. Jonathan Living küçüklüğümde kendi kitaplığımın dışında, ablamın kütüphanesinden belki de ilk alıp okuduğum kitaptı. Bir çırpıda bitirdiğim ve diğerlerinden farklı olmanın ne demek olduğunu, özgürlüğün nasıl olması gerektiğini anlatan eşsiz bir kitaptı. O ufacık dünyamı değiştiren 50-60 sayfalık bir kitap. Ama benliğimde halen iz bırakan ender anılardan.

 Vicdanımızı tamamlayan sadece iyilikler değildir. Yaptığımız hatalar, kederler ve pişmanlıklar da bizleri tamamlar. Kötülüklerin bizlere en büyük faydası da yapılan iyiliklerin farkına varabilmektir gün sonunda.

 Sevdanın peşinde ömür harcarken aynı döngüyü defalarca yaşarsın. Pişmanlıklar, acılar, kaybedişler bizlere vuslatın kapısını gösterir her daim. Ancak içimizdeki obur şeytan her seferinde daha yok mu diye bağırır ve yüreğinin fısıltılarını duyamaz olursun. Sevdanın kırılmaya meyilli kanadı her daim pençe izleri içerisinde sadece yapılan kötü izleri gösterir sana. Nasıl ki yerde yatan ölü bir güvercinin yanı başında pençelerini temizleyen karnı şiş bir kedi görürsen, cansız yatan gönül telinin yanı başında da aşkının katili, geçmiş hataların ve pişmanlıkların vardır.

hicran yine hicran mı bu aşkın sonu söyle
dalgın ki o gözler seni söyler bana böyle
avare gezen gönlüme sevmek bu mu söyle
dalgın ki o gözler seni söyler bana böyle

https://www.youtube.com/watch?v=sw6e5ZNS0Eg 

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close