Yazar: 17:10 Genel Kafalar

Yoklugunda..

Geçen sene alaturka ile kafayı bulmuştum. Bu sefer dinlediğim şarkılar bambaşka yerden vurdu.

"Kaybetmek için çor erken
Sevmek için de çok geç
Beni affet.."

Az önce dinlediğim şarkının dizeleriydi.

Basamaklarını tek tek çıktığın merdivenin en üst noktasına geldikten sonra, karşındaki insana söylenecek belki de yegâne bir çift sözcük.

“Ayrılıkta sevdaya dair” diyemeyenlerin anlatacağı tarzda sözcüklerden belki de. Ama ayrılmak için gereken tüm nüveleri içerisinde barındırıyor.

Ayrılmadan önce bir araya gelmek gerekir değil mi?

O zaman şu soruya cevap verelim. Bir insanı neye göre seçer, nesini severiz?

Seçimlerimizin nasıl yapılacağına en güzel örneklerden birisini, Kürk Mantolu Madonna’da Sebahattin Ali Madonna tablosunu gördüğünde anlatır;

“…Büyük salonun kapıya yakın bir duvarının önünde birdenbire durdum. O andaki hislerimi, bilhassa aradan bu kadar seneler geçtikten sonra, anlatmama imkân yok. Yalnız orada, kürk mantolu bir kadın portresinin önünde, mıhlanmış gibi durduğumu hatırlıyorum. Resimleri seyredip geçenler, vücutlarıyla beni sağa sola itiyorlar, fakat ben olduğum yerden ayrılamıyordum. Bu portrede ne vardı?.. Bunu izah edemeyeceğimi biliyorum; yalnız, o zamana kadar hiçbir kadında görmediğim garip, biraz vahşi, biraz mağrur ve çok kuvvetli bir ifade vardı. Bu çehreyi veya benzerini hiçbir yerde, hiçbir zaman görmediğimi ilk andan itibaren bilmeme rağmen, onunla aramızda bir tanışıklık varmış gibi bir hisse kapıldım. Bu soluk yüz, bu siyah kaşlar ve onların altındaki siyah gözler; bu koyu kumral saçlar ve asıl, masumluk ile iradeyi, sonsuz bir melal ile kuvvetli bir şahsiyeti birleştiren bu ifade, bana asla yabancı olamazdı. Ben bu kadını yedi yaşımdan beri okuduğum kitaplardan, beş yaşımdan beri kurduğum hayal dünyalarından tanıyordum. Onda Halit Ziya’nın Nihal’inden, Vecihi Bey’in Mehcure’ sinden, Şövalye Büridan’ m sevgilisinden ve tarih kitaplarında okuduğum Kleopatra’ dan, hatta mevlit dinlerken tasavvur ettiğim, Muhammed’in annesi Âmine Hatun’dan birer parça vardı. O benim hayalimdeki bütün kadınların bir terkibi, bir karışımıydı. Yabankedisi derisinden bir kürkün içinde, gölgede kalmasına rağmen donuk beyaz rengi belli olan küçük bir boyun parçası, bunun üzerinde, hafifçe sola dönmüş, beyzi bir insan yüzü vardı. Siyah gözleri anlaşılmaz, derin düşüncelere dalmış gibi yere bakıyor, adeta bulamayacağından emin olduğu bir şeyi son bir ümitle aramak istiyordu. Buna rağmen bakışındaki hüzün biraz da sakınma ile karışıktı. Sanki: “Evet, aradığımı bulamayacağım… Fakat ne olur?” der gibiydi. Bu sakınma ifadesi, biraz dolgun ve alttakisi daha irice olan dudaklarında tamamen açık bir hal alıyordu. Gözkapakları hafifçe şişti. Kaşları ne pek kalın, ne pek ince, fakat biraz kısaydı; koyu kumral saçları, köşeli ve oldukça geniş alnını çevreleyerek aşağı doğru uzanıyorlar ve yabankedisinin tüylerine karışıyorlardı. Çenesi hafifçe öne doğru kıvrık ve sivriceydi. İnce uzun ve kanatları biraz etli bir burnu vardı…”

Ortaokuldayken edebiyat hocamız Haydar Bey, yukarıda tasvir edilen tabloyu Edebiyat Fakültesinde resmettiklerini, karşılarına anlamsız bir görsel çıktığını Raif Bey’in bu kadına nasıl âşık olabildiğini anlayamadıklarını anlatmıştı.

Bu aynen Mecnun’a “Leyla çok güzel birisi sayılmaz, hatta çirkin bile denilebilir. Bu kızı nesini seviyorsun dediklerinde, siz onu benim gözümle görmüyorsunuz ki.” demesine benzer.

Sevda mevhumu benzersiz anlamların toplamıdır. Bunların bir araya gelmesi aşk tezahürünü ortaya çıkartır. Sonrasında aşk ister iki kişi tarafından yaşansın, isterse tek taraflı olarak devam etsin. Ne fark eder ki. Asl olan içimizdeki yaşanan duygular ve onların aks-i sedasıdır.(yankı)

Tekrar başa dönersek,

Raif Bey, Maria Puder’i kaybetmenin acısını içerisinde hissettikten sonra kendini dünyaya kapatmış, içerisindeki duygularla tek başına bir dünya kurmuş ve onun içerisinde yaşamaya başlamıştı.

Benzer bir şekilde, sevdiğimiz kişiyi kaybettikten sonra acısını içimizde yaşayamıyor, acıyı anlamlandırmadan yeni deryalara yelken açıyor, kendi gemimizin kaptanı olmak yerine başka gemilerde miço olmayı kabul ediyorsak,

“Kaybet bu öfkeni içinde sakladığın
Terk et o derdini benden almadığın
Sabret, sonu aynı değil, söylüyorum
Dinle, rüyaların her gün aynı olmayacak”

demekten başka çaremiz yok. Zaten ne sevgiyi, ne de kaybetmeyi biliyoruz demektir.

Zira “Akıllılar hep kuşku içindeyken aptallar küstahça kendinden emindir.” sözüne benzer olarak;

“Aşk sadece aptalların işidir.”

Bu arada Madonna’yı halen okumayanlar için pdf’i aşağıdadır.

https://www.kkoworld.com/kitablar/sabahattin-ali-xez-paltolu-madonna-kko-turk.pdf

Visited 1 times, 1 visit(s) today
Close